Fahreddîn-i Irâkî’nin yaşam öyküsüne ilişkin bilgiler sunan biyografik ve bibliyografik eserlerin neredeyse tamamının ana kaynağı, onun ölümünden sonra dîvânına yazılan bir mukaddimedir. Bu mukaddimenin yazarı ve yaşadığı dönem tam olarak bilinmemektedir. Saîd Nefîsî’ye göre, üslup ve dil özelliklerinin yanı sıra Abdurrahmân Câmî’nin Nefahât’ında ve Hundmîr’in Habîbü’s-Siyer’inde yer alan Irâkî’ye dâir bilgilerin bu mukaddimeden alınmış olması, bu metnin Irâkî’nin yaşadığı döneme yakın bir zamanda kaleme alındığını göstermektedir. Irâkî’nin eserlerinde kendi hayatı ile ilgili somut bilgilere yer vermemesi ise kanaatimizce benimsediği tasavvufî tavır ve neşveden kaynaklanmaktadır.

Hemedân yakınlarında bir köy olan Kumcân’da 610/1213 yılında dünyaya gelen Irâkî’nin ismi Fahreddîn İbrâhîm b. Büzürcmihr’dir. Bilgili ve kültürlü bir âile ortamında doğan Irâkî erken yaşlarda eğitimine başladı, dokuz ayda Kur’ân’ı ezberledi. Çok güzel Kur’ân-ı Kerîm okuduğu için küçük yaşlarda iken Hemedân’ın tanınan bir sîmâsı hâline geldi. Hergün ikindi namazından sonra bir câmide Kur’ân okuduğu söylenir. Hatta nakledilen bir menkıbeye göre yine bir gün câmide Kur’ân okurken o esnâda oradan geçmekte olan gayr-i müslim bir grup, onun tilâvet ettiği “Haddi aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte biz böyle cezâlandırırız. Âhiret azâbı ise daha şiddetli ve daha kalıcıdır.” (Tâhâ, 20/127) âyetini işitince, gruptan üç kişi, Irâkî’nin önünde müslüman olmuşlardır. Bu durum onun şöhretinin daha da artmasına vesile olmuştur. 17 yaşında “naklî ve aklî” ilimlerde icâzet alan Irâkî, Hemedân’da bulunan “Şehristân” medresesinde ders vermeye başlamıştır.

Rivâyet edilen menkıbeye göre bir gün medresede ders verirken ansızın içeriye giren bir grup Kalenderî dervişi gazeller eşliğinde semâ edip raks yapmaya başlarlar. -Bu vâkıa Irâkî’nin yaşamında bir dönüm noktasıdır.- Kalenderî dervişleri şu şiiri söyleyerek semâ ediyorlardı:

Pılımızı pırtımızı toplayıp mescidden meyhâneye vardık

Zühd ve kerâmât varakları üstüne bir çizgi çektik

Oturduk meyhânede (kûy-ı mugân) âşıkların safında

Rindlerin elinden meyhânede bir şarap içtik

 

Bu dizelerin etkisinde kalan Irâkî, medresedeki görevine son vererek Kalenderî dervişlerle Hemedân’dan ayrılmış, gezgin bir derviş olarak Fars ve Hind topraklarına seyâhatlerde bulunmuştur. Bir süre sonra bu Kalender dervişlerin yolu Sühreverdiyye şeyhi Bahâeddîn Zekeriyyâ Mültânî’nin (ö. 661/1262) Mültan’daki (günümüzde Pakistan sınırları içerisinde) zâviyesine düşer. “Mıknatısın demiri çekmesi gibi şeyh de beni kendisine cezb etti” diyen Irâkî, Zekeriyyâ Mültânî’nin nezâretinde halvete girer. Halvete gireli henüz on gün geçmemiştir ki kendisine gelen bir hâl ile şu gazeli söylemiştir:

Şular kim sundular bâde ile bir câm

Ânı sâkî gözünden ittiler vâm

Irâkî’nin içinde bulunduğu vecd hâli, bu duruma pek de alışık olmayan hânkâhın diğer mensuplarınca hoş karşılanmamıştır. Çünkü ibâdetle geçirilmesi gereken bir zaman diliminde Irâkî gazeller söylemektedir. Fakat Şeyh Zekeriyyâ bu durumdan rahatsız olmamış ve Irâkî’nin şiirler söylemesine izin vermiştir. Şeyh kendisine verdiği önemi izhâr etmek için hırkasını ona giydirdi ve onu kızıyla evlendirdi. Bu evlilikten oğlu Kebîrüddîn dünyaya gelmiştir. 25 yıl şeyhinin hizmetinde Mültan’da kaldı. Şeyhi vefat edince onun yerine niyâbet etti. Ancak kıskanç bâzı kimselerin ortaya attıkları dedikodulardan ötürü Mültan’ı terketmek zorunda kaldı. Mekke ve Medine’ye gidip hac farîzasını yerine getirdikten sonra Şam yoluyla Konya’ya gelmiştir. Burada iki önemli sûfî ile tanışmıştır: Sadreddîn Konevî (ö. 673/1274) ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273).

Sadreddîn Konevî’nin Irâkî için Zekeriyyâ Mültânî’den sonra ikinci bir şeyh olduğu söylenebilir. Irâkî, Konevî’nin Fusûsu’l-Hikem ve Fütûhât-ı Mekkiyye derslerine iştirâk etmiştir. Afîfüddîn Tilimsânî, Müeyyedüddîn Cendî ve Saîdüddîn Ferganî gibi Ekberî ekolün seçkin isimleri aynı derse katılan bâzı diğer isimlerdir. Dinlediklerinden hareketle Irâkî, Lemaât’ı kaleme almış, Konevî’ye eseri takdim etmiş, Konevî eseri okuyunca “Ey Irâkî! Allah erlerinin sözlerinin sırlarını âşikâr etmişsin. Gerçekte Lemaât, Fusûs’un özüdür.” demek sûretiyle onu takdir etmiştir. Aslında Nasr’a göre Farsça konuşan dünyâ İbnü’l-Arabî mektebi ile Lemaât vâsıtasıyla tanışmıştır. Sadreddîn Konevî’nin her iki şeyhi İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) ve Evhadüddîn Kirmânî’nin (ö. 635/1238) Irâkî’nin düşüncelerinde, özellikle de Kirmânî’nin Irâkî’nin yazım tarzında etkileri büyüktür.

Mevlânâ ile aynı semâ meclisinde bulunan Irâkî onun övgüsüne mazhar olmuştur. Nitekim Irâkî’de onun hakkında “Hiç kimse Mevlânâ’yı gereği gibi anlayamadı. O, bu dünyaya garip olarak geldi, garip olarak gitti.”demiştir.

Dünyaya geldi, bize bir iki gün yüzünü gösterdi

Fakat öyle çabuk gitti ki kim olduğunu bile bilemedim

Ayrıca Irâkî’nin Mevlevîlik târihinde önemli bir yeri olan Şems-i Tebrîzî ile Baba Kemâl Cendî’nin tekkesinde karşılaştığına ilişkin de bâzı rivâyetler vardır. Konya’da bulunduğu sırada kendisini himâye eden ve ona mürîd olan Emir Muînüddîn Süleyman Pervâne (ö. 676/1277) Tokat’ta onun için bir zâviye inşâ ettirmiştir. Muînüddîn’in Moğollar tarafından öldürülmesinden sonra Irâkî, evvelâ Sinop’a ardından da Mısır’a gitmiştir. Muînüddîn gibi Mısır Sultanı da onun mürîdi olmuş ve sultan onu “şeyhu’ş-şüyûh” ilân etmiştir. Mısır’da kaldığı süre tam olarak bilinmeyen Irâkî oradan Şam’a geçmiş, Şam’da da şehrin ileri gelenlerince çok iyi bir şekilde karşılanmıştır. Oğlu Kebîrüddîn de Mültan’dan Şam’a gelerek babasının hizmetinde bulunmuştur. Irâkî, 8 Zilka’de 688’de (23 Kasım 1289) 78 yaşında iken vefât etmiştir. Şam’da Sâlihiyye Mezarlığı’nda İbnü’l-Arabî’nin türbesi yanına defnolunmuştur.

Irâkî tasavvuf târihi açısından çok yönlü ve renkli bir sûfîdir: O’nun melâmî ve kalenderî meşrep bir yapıya sahip olması, Sühreverdiyye tarîkatına intisâb etmesi, Ahmed Gazzalî’nin yazım tarzını benimseyerek benzer konuları ele alması, Mevlânâ’nın semâ meclislerinde bulunması, Konevî’nin nazarî irfân derslerine katılması vb. husûslar çok yönlülüğü ve renkli kişiliğini göstermektedir.

Irâkî, yazdığı ârifâne ve âşıkane gazellerle -aslında aşk onun doğasının baskın bir karakteridir- her ne kadar ders arkadaşlığı yaptığı Ekberî ekolün diğer mensuplarına nazaran pek velûd bir yazar olmasa da Fars dilinin şâheseri sayılabilecek ve Fars diline derinden etkilerde bulunacak eserler kaleme almıştır. Eserleri Külliyât-ı Şeyh Fahrüddîn İbrâhim-i Hemedânî el-Mütehallas bi-Irâkî adıyla bir kitap hâlinde yayımlanmıştır. Külliyât içerisinde kasîde, terkîb-i bend, terci-i bend, rubâî ve kıtalardan oluşan Dîvân’ından başka UşşâknâmeIstılâhât-ı Sufiyye ve Lemaât adlı eserleri yer almaktadır.

Deh-fasılDehnâmeAşknâmeKâşifu’l-Esrâr-ı Sübhânî gibi başka isimlerle de anılan ve Fars dili-edebiyatında yeni bir poetik tarz olarak kabul edilen Uşşâknâme, arûzun hafif bahrinde yazılmış ve Şemseddîn Cüveynî’ye ithâf edilmiştir. Mesnevî ve gazel formunu muhtevî 1065 beyitlik, tasavvufî aşka ilişkin Farsça’da bilinen en eski eserlerden birisidir. Tevhîd ilkeleri, insanın varlığa gelişi ve varlığına ilişkin bir girişle başlayan eser, Peygamber’e naat, dört halîfeye naat, meliklere nasîhatla devam eder. Peşi sıra on fasıl (Deh-fasıl) gelir, aşk bahsi ele alınır.Uşşâknâme, A. J. Arberry tarafından The Song of the Lovers başlığıyla İngilizce’ye çevrilmiştir (Oxford, 1939). Eserin Irâkî’ye âidiyyetine ilişkin bir makale kaleme alan Julian Baldick, Paris’teki bir elyazmasının girişindeki notlardan hareketle Uşşâknâme’nin Irâkî’nin yakınlarında bulunan Atâî isimli birisine ait olduğunu ifâde etmektedir. Ancak bununla beraber, bu kanaatin aksine Paris nüshasından daha eski nüshalarda ve el-Lemehât fî Şerh-i Lemaât-ı Irâkî gibi bâzı kadîm eserlerde Uşşâknâme’nin Irâkî’ye âit olduğuna ilişkin bâzı argümanların varlığından ötürü eserin Irâkî’ye âidiyyetinde herhangi bir şüphe olamayacağını söyleyen kimi akademisyenler de vardır.

Istılâhât-ı Sûfiyye adlı küçük risâlesinde Irâkî, özellikle tasavvuf şiirinde kullanılan ıstılahlar ve mazmûnları îzâh etmiştir. Üç bölümden oluşan risâlede yaklaşık 328 kavram, kısa kısa cümlelerle açıklanır. Birinci bölümde mâşûkun isimlerine, ikinci bölümde âşık ve mâşûk arasında kullanılan isimlere, üçüncü bölümde ise bâzıları mâşûku ilgilendirse de daha çok âşıkın hâllerine dâir kavramlar yer almaktadır. Ele alınan kavramlar ve kavramlara verilen karşılıklar sûfî muhayyiledeki canlılığın nâdîde örnekleri arasında okunabilir. Risâle Nurettin Bayburtlugil tarafından, Süleymâniye Kütüphânesi’nde bulunan bir mecmûanın 41b-48b arasında yer alan yazma nüshası ile Saîd Nefîsî’nin Külliyât-ı Irâkî’de neşrettiği bölümü karşılaştırılarak ortak bir metin oluşturmak sûretiyle Istılâhât-ı Ehl-i Tasavvuf adıyla dilimize çevrilmiştir. Uşşâknâme’de olduğu üzere Istılâhât’ın da Irâkî’ye nisbetinde bâzı sorunlar vardır. Bu eserin kavramlardaki benzerliklerinden ötürü XIV. yüzyılda yaşayan Şerefüddîn Hüseyn b. Ülfetî Tebrîzî adında bir sûfî müellif tarafından kaleme alınan Reşfu’l-Elhâz fî Keşfi’l-Elfâz’ın başka bir versiyonu olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca mezkûr eserlerin dışında kütüphâne kayıtlarında Risâle Der Tasavvuf ve Ahlâk, Risâle-i Telkîniyye  ve Risâle-i Kudsiyye adlı risâleler de Irâkî’ye nisbet edilmektedir.