Siyer, hadis ve neseb bilgini olan Ebû Abdullah Muhammed b. İshâk b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî [İbn İshâk], 80/699 yılında Medine’de doğdu. İbn İshâk’ın babası İshâk, amcaları Mûsâ ve Abdurrahman ile kardeşleri Ömer ve Ebû Bekr de İbn İshâk gibi ilimle, bilhassa hadis rivayetiyle uğraşan kimselerdi.

İbn İshâk eğitimini, başta babası ve amcaları olmak üzere birçok şahsiyetten hadis, siyer-meğâzî, şiir, eyyâmü’l-Arab ve ensâb bilgileri alarak tamamladı. Çoğu Sahâbe çocuğu olmak üzere 100 kadar Medineli râviden hadis aldığı söylenir. İbn İshâk’a ders veren Medine’nin meşhur âlimleri arasında Âsım b. Ömer b. Katâde, Kâsım b. Muhammed b. Ebû Bekr, Yezîd b. Rûmân, Muhammed b. İbrahim et-Teymî, Ebân b. Osman b. Affân, Muhammed el-Bâkır, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Ömer’in mevlâsı Nâfî, Atâ b. Yesâr, Abdurrahman b. Esved, Sâlim b. Abdullah b. Ömer ve İbn Şihâb ez-Zührî bulunmaktadır. Kendisinin bazı sahâbîlere yetiştiği, bu arada Enes b. Mâlik’i (ö. 93/711-12) gördüğü ve Sa‘îd b. Müseyyeb’e de bir süre öğrencilik yaptığı bilinmektedir. Şiîliğe temayül etmesi sebebiyle 118 (733) veya 119 (737) yılında İskenderiye’ye gitmek zorunda kaldığı ifade edilir. Orada da hadis rivayetiyle meşgul oldu ve bazı hadis şeyhlerinden hadis aldı. Daha sonra doğrudan veya Medine’ye döndükten sonra Irak’a geçti.

Her âlim hakkında olduğu gibi İbn İshâk aleyhinde de konuşanlar olmuştur. Bunların başında Medine’nin iki meşhur hadis âlimi Hişâm b. Urve ile Mâlik b. Enes geliyordu. Aslında Mâlik b. Enes onu hadis rivayeti dolayısıyla değil, Hz. Peygamber’in (s) Hayber, Kurayza, Nadîr gibi gazvelerine dair bilgileri Yahudi asıllı Müslümanlardan alması sebebiyle eleştiriyordu. Hişâm b. Urve de İbn İshâk’ın eşinden hadis rivayet etmesinin doğru olmadığını ileri sürmüş ve onu yalancılıkla suçlamıştır. İbn İshâk ise kendi aleyhinde konuşmasına rağmen kitabına ondan birçok rivayet almıştır. İbn İshâk, çeşitli tenkit ve ithamlara mâruz kalmış olmakla birlikte, başta Buhârî olmak üzere Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddisler ondan hadis rivayet etmekte bir beis görmemişlerdir.

Hadis ve siyer-meğâzî alanlarında İbn İshâk’ın üstadı olan İbn Şihâb ez-Zührî, “Meğâzî ilmini öğrenmek isteyen İbn İshâk’a müracaat etsin.” derdi. ez-Zührî ve Süfyân b. Uyeyne, “ İbn İshâk yaşadığı müddetçe Medine’de ilim yok olmaz.”; İmam Şafiî de “Meğâzîde derinleşmek isteyen kimse Muhammed b. İshâk’a muhtaçtır.” diyerek kendisini övmüşlerdir. İbn Sa‘d ise ilk defa meğâzîyi bir araya toplayan ve bu alanda bir kitap yazan kişinin İbn İshâk olduğunu belirtmiştir. Siyer alanında İbn İshâk’ı en büyük âlim kabul eden ez- Zührî, zaman zaman meğâzî ile ilgili konularda kendisine bir şeyler sorduğu gibi, onun ölümünden sonra öğrencileri de herhangi bir hadis hakkında şüpheye düştükleri zaman İbn İshâk’a başvururlardı.

Abbâsîlerin iktidarı ele geçirmesinden sonra Medine’den ayrılarak Halife Ebû Ca‘fer el- Mansûr’un kardeşi el- Cezîre Valisi Abbâs b. Muhammed’in yanına gitti (142/759-60) ve orada beş yıl kadar hadis rivayetiyle meşgul oldu. Ardından Kûfe’ye, oradan da Hîre’ye geçti. Kûfe’de iken aralarında Ebû Yûsuf’un da bulunduğu birçok kişi ondan meğâzî dersleri aldı. Halife Mansûr’un yanına vardığında kendisini Abbâsîlerin iktidara gelmesinden önce tanıyan Mansûr, onu oğlu Muhammed’e hoca tayin etti ve ayrıca onun için başlangıçtan o güne kadar gelen bir tarih kitabı yazmasını istedi. İbn İshâk, daha önce Medine’de topladığı zengin malzemeye dayanarak istenen kitabı yazdı ve halifeye sundu; ancak daha sonra onu çok geniş bulan halifenin isteği üzerine özetlemek zorunda kaldı. Saray kütüphanesine konulan ilk yazdığı nüsha râvi Seleme b. Fazl’ın eline geçmiş ve onun aracılığıyla nakledilmiştir.

İbnü’n-Nedîm ve Yâkût el-Hamevî İbn İshâk’ın Kitâbü’l-Hulefâ adlı bir eserinin daha mevcut olduğunu söylerler.

Mehdî ile Horasan ve Rey’e giden İbn İshâk buralarda da hadis rivayetini sürdürdü. 146 (763) yılında Bağdat’ın kurulması üzerine halifenin maiyetinde yer alması sebebiyle oraya yerleşti, vefatına kadar yine hadis rivayetiyle meşgul olup es-Sîre’sini okuttu. 151 (768) yılında burada öldü.

Yaşadığı dönemde “emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla anılan muhaddislerden olan İbn İshâk’tan pek çok kişi hadis ve meğâzî rivayet etmiştir. Mutâ et-Tarâbîşî, bunların sayısını 131 olarak verir. Buhârî, İbn İshâk’ın meğâzî dışında çoğu ahkâma ait 17.000 hadis rivayet ettiğini, Zehebî ise bunların çeşitli yollarla gelen senedleri dolayısıyla mükerrerleriyle birlikte bu sayıya ulaştığını, gerçekte sayılarının bu rakamın onda biri dahi olmadığını belirtir. Kendisi de bu hadislerin bir kısmını es-Siyer ve’l-meğâzî’siyle tefsir, hadis, fıkıh, tarih ve ahbâr kitaplarında kullanmıştır.

Muhaddislerle cerh ve ta‘dîl âlimlerinin İbn İshâk’a yönelttikleri en ağır tenkit, onun hadisi aldığı râvi veya şeyhi atlayıp (tedlîs) ilk râvinin adıyla nakletmesidir. Ancak bu husus, tarih ve hadis rivayeti arasındaki farktan ileri gelmektedir. Hadisler genellikle kısa ve bir olayın birbirine bağlı unsurlarıyla anlatılmasının söz konusu olmadığı metinlerdir. Tarih yazıcılığında ise olayları birbirine bağlamak suretiyle anlatım esastır. İbn İshâk’ın tarihçi yönüyle birçok hadisin senedini birleştirerek vak’ayı anlatması, ilk defa kendisinin başvurduğu bir usûl değildir. Aynı usûlü, hadisteki üstünlüğü kabul edilen ve meğâzî ile de ilgilendiği bilinen İbn Şihâb ez-Zührî ile fakih ve muhaddis olmasının yanı sıra meğâzî sahasındaki ilk otoritelerden sayılan Urve b. Zübeyr de kullanmıştır.

Ahmed b. Hanbel’in “Üç çeşit bilgi vardır ki bunların asılları yoktur: Meğâzî, melâhim (gelecekte yaşanacak kanlı olaylar ve beklenen fitneler) ve tefsîr.” dediği rivayet edilmiştir. Burada “bunların asılları yoktur” ifadesinden maksat, “bu ilimlerin isnatları yoktur” demektir. Doğrusu şu ki, bu ilimlerde bol miktarda mürsel hadis kullanılmıştır. Rivayetlerin senetleri olsa bile bu senetlerde eksiklik vardır. İbn Teymiyye de bu sözü bu ilimlerde mürsel hadislerin çokça kullanılması anlamında ele almıştır. Abdülfettâh Ebû Gudde’ye göre bu sözün, “Bu kitaplarda zayıf ve uydurma hadisler yaygındır; zira bu kitaplar, hadis ve ahkâm kitapları kadar, muhaddis imamların ve tenkid ehli üstadların çalışmalarına konu olmamıştır” şeklinde anlaşılması da mümkündür. Nitekim Zehebî’nin yorumu daha çok bu yönde olmuştur.

İbn İshâk ve çağdaşları, Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yazmış oldukları eserlere el-Meğâzî, bazen de muhtevasını göstermek için el-Meğâzî ve’s-siyer adını vermişlerdir. Nitekim İbn Sa‘d da İbn İshâk’ın eserin adını el-Meğâzî şeklinde verir. İbn Hişâm’dan sonra bu tür eserler için es-Sîre isminin kullanılması yaygınlık kazanmıştır. Belki de bundan dolayı İbnü’n-Nedîm, İbn İshâk’ın eserinden Kitâbü’s-Sîre ve’l- mübtede ve’l-Meğâzî diye bahseder. Muhammed Hamidullah ise eserin ismini Sîretü İbn İshâk şeklinde verdikten sonra, aslında Kitâbü’l-Mübtede ve’l-meb‘as ve’l-meğâzî şeklinde isimlendirildiğini ifade etmiştir.

İbn İshâk’ın en önemli eseri olan es-Siyer ve’l-meğâzî, müellifi henüz hayatta iken büyük bir şöhret kazanmasına, altmışa yakın râvi tarafından rivayet edilmesine ve daha sonraki nesilden on âlimin birer nüshaya sahip olmasına rağmen bütünüyle günümüze ulaşmamıştır.